İlk ne zaman karşılaşmıştık bilmiyorum. Nasıl tanışmıştık, nasıl bakışmıştık, ne söylemiştik? Bunların hiç birisini şimdi hatırlamıyorum. Hatırladığım şey ise onunla bir süre konuştuğumuz, bir sabah onun İstanbul'a gelişi ve sonrasında korkakça ona sarılışımdı. 

   Beni en çok yaralayan şeylerin hepsi neden Beşiktaş sahilinde olmuştu. Bu bir tesadüf müydü yoksa evrenin bir çoklarına yaptığı gibi sadece kıçıyla gülmesi miydi emin değilim. 

   Asıl beni görmeye gelmemişti. Gelmişken benimle de görüşmek istemişti. Görev yaptığı Karadeniz'in bir ücra köşesine doğrudan araba bulamadığı için önce İstanbul'a, ordan da Beşiktaş'taki bisikletçiden sipariş verdiği bisikletini almaya gelmişti. Aradı, "Buluşalım." dedi. Beşiktaş çarşıdan kahve alıp sahile indik. Balıkçılar ve sevgililer vardı. Ayaklarımızı denize sarkıtıp oturduk. Bir sürü şeyden bahsettik. Konuştuk. Saatlerce de konuşabilirdik. Sonra an geldi ve o gitti. İstanbul'un hiç bilmediğim bir semtinden, beşinci kalite bir otobüs durağından uğurladım onu. El salladım arkasından. O hiç görmedi, hissetti mi bilmem ama benim içime bir yumruk geldi oturdu. Eve geçtim ve kimseye bir şey diyemeden o yumruğu geçirmeye çalıştım. 

   Zaman sonra, işe başlayıp da ailesine yakın bir il'e gelince beni ziyaret etti.  Ona salondaki çekyatı açmıştım. Bense odama geçmiştim. O orda uyuyabildi mi bilmiyorum ama ben bütün gece huzursuz bir uykuda boğulmuştum. Evet boğulmak denirdi buna. Sabah kalktığımda her yanım ağrı içinde uyandım. Erken kalktığım için salona geçtiğimde uyuyordu. Yanına usulca sokuldum. Sıcacıktı. Nefesini dinledim. Arkası bana dönüktü, usul usul göğsü inip kalkıyordu. Korkuyla yanında bir süre durdum. Uyuyup uyumadığından da emin değildim. Sonra bir cesaretle sarılır gibi kolumu attım. Aman Allahım kolum bir demir gibi ağırdı. Bu kolun benim olduğuna şaşıyordum. Ya onu rahatsız ediyor, istemediği bir şey yapıyorsam? Daha fazla bu düşüncelerle duramadım, çektim. Bir müddet sonra uyandı. Ailesi aramıştı. Daha fazla kalmadı. Bir kez daha yolcu etmiş, gene arkada kalan ben olmuştum. Ona bir kitap vermiştim. En sevdiklerimden... 

    Sonra bir müddet aramadı. Hakkında olup bitenleri görmek için facebookuna bakmaya çalıştım bulamadım. Telefonunu aradım, ulaşamadım. Sonradan öğrendim ki beni engellemiş. Kendisine ilgi duyan bir kızla nişanlanmış, evlenecekmiş. Başka bir hesaptan facebookta arattım. Nişanlısı olduğunu tahmin ettiğim birisiyle fotoğrafını gördüm. Mail attım, mutluluklar diledim. Kendisi de gizlemedi. Elini eteğini çekmek durumunda kalmış haklı olarak. Aldığı karar üstüne çok düşündüğünü, eşini ve çocuklarını üzmeyeceğini, kitabımın memlekette olduğunu, bulabilirse gittiğinde göndereceğini belirtip değerli olduğumu söylemiş. 

   Bu son söylediğine içerlemiştim. Madem değerliydim, bu hususu bilmeyi, en azından ondan duymayı hak etmiyor muydum? Öylece silip hayatından çıkarıp atılmış olmak gururuma dokunmuştu. Geldi aynı o yumruk içime oturdu. 

  Belki de evlenmişti, hiç aramadı, sormadı, nasılsın halin durumun nedir demedi. O hiç gelmedi, ben de kitabımı bir daha hiç istemedim. Ama onu hep düşündüm, aklıma gelince o yumruğu hep hissettim boğazımda. 

   Yıllar sonra aynı kararı ben aldığımda, arada esen bu rüzgar, daha şiddetli esmeye başladı. Ama gene de aramadım. Her seferinde elim telefona gitse de rehberimde ismine bakıp geri tuşuna bastım. Sonra ismini sildim. Ama gene kaydettim. Sonra bir daha, bir daha... Bir hareketlilik görürüm umuduyla ismine bakmakla yetindim. 

   Keşke onun kadar kararlı bir tavır gösterebilseydim. Hiç onun kadar güçlü olamadım, güçlü duramadım hayat ve sevdiğim insanlar karşısında. Zayıf bir karakterdim. Eksik yönlerini örtmek isteyen bütün insanlar gibi hep ne kadar inatçı olduğumdan, ne kadar omurgalı ve dik durabildiğimden bahsederdim. Halbuki gerçek öyle değildi. Bir mesaj atıp bir arayıp "Nasılsın?" deseydi, bütün o yumruklar tek seferde dağılır giderdi. Bütün kırgınlıklarımı unutur, "İyiyim, asıl sen nasılsın?" der ve asıl onu merak ederdim. Aramadı. Hiç. Umarım mutludur ve bir yerlerde onun da aklına geliyorumdur.

   
Reviewed by Bu saatte nerden geldiyse on Pazar, Kasım 08, 2015 Rating: 5

6 yorum:

Beyaz Çiklet dedi ki...

Duygulanarak okudum. Lakin insanları yaşadıkları olgunlaştırıyor diye klasik bir cümle söylemeden geçemeyeceğim. Gidenlerin çok mutlu olduklarını, bizi hiç düşünmediklerini, hayatlarına olduğu gibi devam edebildiklerini düşünüyoruz. Öyle olmadığına inanıyorum. Aslında baktığımızda daha kararlı olabilmenin, daha güçlü olabilmenin insanları acımasız yaptığını düşünüyorum bir nebze. Bence ne yaşanmış olursa olsun, gidenlerden olmamak lazım, özellikle acıtarak gidenlerden olmamak lazım. Hislerimizi, inceliğimizi kaybetmeyelim o yeter bize.

Bu saatte nerden geldiyse dedi ki...

Beyaz Çiklet :)

Yani kötülüklerini istemem tabi de en azından arada bir şairin de dediği gibi "Rastgele yürürken aklına geleyim sızlasın için." arada aklına geleyim yeter. çok haklısın acıtarak gidenlerden olmamak lazım ama onu da yapabilmiş değilim ki o sanırım başka bir yazı konusu

Dingin Firari dedi ki...

Üslubunu sevdim

Bu saatte nerden geldiyse dedi ki...

teşekkürler efenim :)

Ogaybende dedi ki...

insanlar çok bencil, çok.

Bu saatte nerden geldiyse dedi ki...

bencil değil sonuçta onun kararı tabi ama gene de bi bildirseydi memnun olurdum

Blogger tarafından desteklenmektedir.